Yazı: Ecem Ercan Adanır
Progresif metalin efsane ismi Dream Theater, 40’ıncı yıl turnesi kapsamında İstanbul KüçükÇiftlik Park’ta sahne aldı. Üç kuşağı birleştiren bu görkemli gecede zaman büküldü, müzik efsaneye dönüştü.
Dream Theater’ın 40’ıncı yıl turnesi kapsamındaki İstanbul konseri, 26 Temmuz akşamı KüçükÇiftlik Park’ta tam vaktinde başladı. Genelde gördüğümüz konserlerin aksine ne bir dakika erken çıktılar ne bir dakika geç.
Açılış parçası “Night Terror” ile resmen gökyüzü sarsıldı. Sahne karardığında kalabalıkta nefesler tutuldu, ışıklar patladığında ise geçmiş, şimdi ve gelecek bir araya geldi.
Ah o seyirci… Her şarkıya eşlik eden 40’lık, 50’lik hatta 60’lık headbanger delikanlılar; saçlar belki kırlaşmış ama bilekler halen sağlam… Bel ağrılarına direnen, ertesi günün mesaisini kafalardan silip atmış beyaz yakalılar, milenyaller… Ailesiyle gelen gençler; belki ilk canlı Dream Theater deneyimi, belki de bir aile geleneğinin devri… Her yaş grubundan binlerce insan, 40 yıl önce yazılmış şarkılara hep bir ağızdan eşlik etti. Bu sadece bir konser değil, üç kuşağın aynı anda aynı şarkıya bağlandığı bir törendi adeta.
KüçükÇiftlik’te “Düşler Tiyatrosu”
Vokalist James LaBrie, özel tasarımlı kuru kafalı mikrofon standına yaslanmış, dalgalı saçları ve toparlanmış fiziğiyle karşımızdaydı. Yaş almış ama yaşlanmamış. Sesi güçlü, sahnede enerjisi yüksekti, konser boyunca hoplayıp zıpladı, sahnenin her köşesini doldurdu.
Seyirciye dönüp “Tekrar sizinle olmak harika,” dediğinde seyirciden yükselen çığlık sel gibi üzerimize aktı.
Petrucci’nin gitarı fıstık gibiydi; teknik ve duygu iç içeydi. Nota nota ördüğü duvarlar arasında gezinen sololarla hepimizi susturup sadece dinleten bir tınıya ulaşıyordu. Rudess de sahnenin karanlığından sıyrılıp tatlı bir solo bıraktı. Gösterişsiz ama duygusal. Müzik burada sadece duyulan değil, hissedilendi.
Myung’un basları, Portnoy’un çılgın davul seti ile ilk kısım tam 70 dakika sürdü. Sonra 15 dakikalık kısa bir ara… KüçükÇiftlik Park’ın açık hava atmosferi, bu kısa molada bile heyecanı diri tuttu.
“As I Am” ile döndüklerinde enerjileri daha da yüksekti. Özellikle 24 dakikalık “Octavarium” performansı… O an zaman durdu. Hem grup hem biz seyirciler başka bir evrene geçtik sanki.
Bis, Bis, Bis!
Ve final… James’in anonsuyla binlerce telefon ışığı aynı anda yandı. Sahneyle seyirci arasındaki sınırlar silindi.
Bis’siz rock konseri mi olurmuş? Encore’da gelen “The Spirit Carries On” ve finalde “Pull Me Under”, geceye son noktayı değil, ünlemi koydu.
Tam doz, dolu dizgin bir konserdi. Dream Theater hem geçmişiyle gurur duyan hem de hala sahnede yaşadığını kanıtlayan bir grup olduğunu tekrar gösterdi.
“Baharda tekrar birlikteyiz”
On bin kişinin elleri ve telefon ışıkları gökyüzüne ulaşmış, İTÜ Mimarlık civarlarında bir evde ışıkların yanıp söndüğünü, bize eşlik ettiklerini görüyoruz. LeBrie, konser boyu seyirciyle yaptığı ufak sohbetleri sürdürüyor elbette: “Keşke burada durup kendinizi görebilseydiniz. Harikulade görünüyorsunuz!”
İstanbul’u sevdikleri her hallerinden belliydi. Zaten 2026 baharında tekrar geleceklerini müjdelediler. Biz hazırız…
İki buçuk saatlik bu unutulmaz performans sona erdiğinde ne mi düşündüm? 40 yılın sonunda, zaman hala delikanlı ruhlarıyla ustaların müziğinde, düşler tiyatrosunda bükülmeye devam ediyor…