Bebek arabasını iterken kahvesini yudumlayan, sling’inde bebeğini taşıyan, çocuğunun altını değiştiren, ödevlerinden haberdar babalar… “Latte baba” kavramı, babalığın ezberini bozuyor. Bu yeni nesil babalar, yalnızca “anneye yardım eden” figürler değil; duygusal zekâsı gelişmiş, farkındalık sahibi, çocuklarıyla gerçek bağ kuran erkekler. Peki “latte baba” olunur mu, doğulur mu?
Yazı: Buge Cankat Kayhan
Son dönemde sosyal medyada sıkça karşımıza çıkan “latte dad” terimi, babalığın anlamını sessiz ama güçlü bir şekilde değiştiriyor. İsveç’te babaların çocuk bakımına aktif olarak katılmasını teşvik eden ve onlara 16 ay ebeveynlik izni tanıyan bu sistem, giderek dünyanın farklı yerlerine yayılıyor. Sling’le bebeğini taşıyan, arabasını iterken kahvesini yudumlayan, kafede oturup latte içerken çocuğuna muz püresi yediren, okul ödevlerinden haberdar babalar artık sadece kuzey ülkelerinde değil, Türkiye’deki park ve kafelerde de karşımıza çıkıyor.
Bu manzara özellikle annelerin içini ısıtıyor, ama aynı zamanda şaşırtıyor da. Çünkü bizim bilinçaltımızda baba hâlâ evin direği, para kazanan güç figürü; anne ise şefkatli, koruyucu ve bakım veren. Elbette sevgileri eşit, ama roller köklü biçimde kalıplaşmış. Çocuk bakımında “aktif” olarak yer alan baba hâlâ istisna sayılıyor. Parkta çocuğuyla futbol oynayan, “Aslan oğlum!” diye sırt sıvazlayan ama ev işine karışmayan babalar bizim normalimiz. Birçoğumuzun kulağında hâlâ “Aman baban duymasın” ya da “Babana söylerim bak” cümleleri çınlıyor. Bu yüzden “latte baba” figürü bize hem cazip hem romantik, ama bir o kadar da yabancı geliyor. Oysa belki de olması gereken tam olarak bu. Bizim gözlerimiz henüz bu manzaraya alışmadı, o kadar.
Parkta bir sahne gözümde canlanıyor: Çocuklar kaydırakta, anneler bankta sohbet ediyor. Bir baba beliriyor, sling’inde bebeğiyle. Sessizce oturuyor, mama kabını çıkarıp bebeğine yoğurt yediriyor. Yanında kocaman bir çanta: bez, suluk, ıslak mendil… Fısıltılar başlıyor hemen: “Ne ilgili baba maşallah.” “Eşi çok şanslı vallahi.” “Bak ne güzel ilgileniyor bebeğiyle…” Ve ardından o kaçınılmaz soru geliyor: “Annesi nerede acaba, çalışıyor herhalde?” Bu masum görünen sorunun altında bile yargı gizli. Sanki anne 7/24 çocuğunun yanında değilse bir eksiklik var. Bu yalnızca dış seslerde değil, birçok annenin iç sesinde de yankılanıyor: “Saçını süpürge etmeden iyi anne olunmaz.” Diziler, reklâmlar, haberler hep bu mesajı veriyor. Kadın kendine şefkat göstermeyi sonradan öğreniyor; ama o noktaya varmak kolay değil. Çünkü “mükemmel anne” olma baskısı, zamanla ruhu da bedeni de yoruyor.

Kalıpların ötesinde bir babalık mümkün mü?
Kalıplaşmış annelik ve babalık rollerini dönüştürmek kolay değil. Ama bir yerden başlamak gerekse, bu babalığı “anneye yardım” olarak görmekten vazgeçmek olurdu. Babalık, “Aşkım bez getirir misin?” diyen eşine getir-götür desteği değil; bezin o an değişmesi gerektiğini fark edebilmek, çocuğun ihtiyacını sezebilmek, içgüdüyle hareket edebilmek demek. Artık “uzaktan kumandalı babalar out, latte babalar in” diyebiliriz belki.
Klinik Psikolog Birgül Kekliktepe: “Bugünün erkek çocuklarının yetiştirilme biçimi, geleceğin babalık modellerini belirleyecek”
Bu dönüşümün arkasında ne var peki? “Latte baba” doğulur mu, olunur mu? Bu soruyu klinik psikologlar Birgül Kekliktepe ve Sefa Aktay’a sordum. İkisi de aynı fikirde: Latte baba doğulmaz, olunur.
Birgül Kekliktepe’ye göre “latte baba” olmak genetik bir özellik değil; öğrenilebilen bir süreç. Ancak bunun için bazı içsel ve çevresel koşulların oluşması gerekiyor. Kişi işinde aşırı stres yaşamıyorsa, yaşamında denge kurabilmişse, ekonomik olarak temel kaygılarını aşmışsa, artık duygusal yatırım yapabilecek enerjiyi de buluyor. Kekliktepe bu noktada Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine dikkat çekiyor: “Kendini gerçekleştirme basamağına yaklaşmış bir baba, duygusal olarak da olgunlaşır,” diyor. Çünkü artık sadece hayatta kalmak için değil, anlamlı yaşamak için enerji harcıyor.
Olgun, farkındalığı yüksek erkekler hem çocuklarıyla sağlıklı bağ kurabiliyor hem de eşlerine gerçek anlamda destek olabiliyor. Kekliktepe, bugünün erkek çocuklarının yetiştirilme biçiminin geleceğin babalık modellerini belirleyeceğini söylüyor: “Erkek çocuklarını evin sorumluluklarına dahil etmek, duygularını bastırmadan ifade etmelerine izin vermek, ağlayarak rahatlamalarına olanak tanımak çok önemli.” Çünkü duygusal zekâsı gelişmiş çocuklar, büyüdüklerinde şefkatli ve ilgili babalara dönüşüyor.
“Bir baba için hayattaki en önemli mesele çocuğunu bir maraton girdabına sokmak olmamalı,” diyor Kekliktepe. “Fen lisesine, Anadolu lisesine yatırım yapmak kadar duygusal yatırım da kıymetli. Çocuğuna duygularını gösterebilen, ‘Üzüldüm’ diyebilen, on dakika oyun oynayacaksa gerçekten oyun halinde olan baba, latte baba olmaya daha yakındır.”
Latte baba olmak için yavaşlamayı öğrenmek de önemli. Çünkü annelik gibi babalık da hızlı gelişen bir süreç değil. Sosyal medyadan uzaklaşıp çocuğuyla gerçekten zaman geçirebilen, oyunda var olabilen babalar, bağ kurmayı öğreniyor. Kekliktepe’ye göre bu süreç “dopamini hızlı yollardan almamayı” gerektiriyor: “Çünkü sabır olmadan babalık olmaz.”

Klinik Psikolog Sefa Aktay: “Yeni Nesil Babalarda Duygusal Farkındalık Daha Yüksek”
Klinik psikolog Sefa Aktay ise doğuştan gelen kişilik özelliklerinin etkisini vurguluyor. Empatik, duygusal olarak açık ve hassas erkeklerin, baba olduklarında daha ilgili olma eğiliminde olduğunu söylüyor. Ancak çevreyle kişilik sürekli etkileşim halinde. Bir erkek çocuğu babasını izleyerek “baba nasıl olunur”u öğreniyor. Ataerkil toplumlarda baba genelde “sağlayıcı” olarak görülürken, modern toplumlarda bu roller daha esnek hale geliyor. “Bizim toplumumuzda bu değişim yeni yeni filizleniyor,” diyor Aktay. “Yeni nesil babalarda duygusal farkındalık çok daha yüksek. Bu da çocukla kurulan bağı kökten değiştiriyor.
Aktay ayrıca “ebeveynlik sürecine aktif katılmanın öğrenilebileceğini” vurguluyor. Ebeveynlik eğitimleri, farkındalık çalışmaları, terapi süreçleri… Bunlar toplumda “latte baba” modelinin kök salmasına yardımcı oluyor. Kısacası eğitim şart.
Peki geç yaşta baba olmak bu süreci etkiler mi? Aktay’a göre evet: “Toplumda ‘prens erkek’ olarak yetiştirilen bireyler, genç yaşta baba olduklarında sürece duygusal olarak hazır olmayabiliyor. Ama yaşla birlikte olgunluk, sabır ve farkındalık artıyor. Kendi çocukluk yaralarının farkında olan baba, bunları çocuğuna taşımamayı da öğreniyor.” Bunun yanında bir başka önemli tespit daha yapıyor: “Baba olmak istemeyen birinden çocuk yapmak, latte baba modelinin doğma şansını büyük ölçüde azaltıyor.”
Babalık, hızlı sonuç alınacak bir süreç değil. Emek, sabır, farkındalık ve sevgi istiyor. Belki de mesele sadece “latte baba” olmak değil; insan olmayı, şefkati, paylaşmayı yeniden hatırlamak. Çocuğuyla duygusal bağ kuran, sevgisini göstermekten çekinmeyen, eşini “anne” olarak gören değil, ebeveynliği eşit paylaşan babalar… Artık sadece kahvelerini değil, duygularını da paylaşmaya hazırlar.